Kulağıma bir tını fısıldar. ‘Hoş geldin’…


Bir parçanız yolda kalmış gibi adımlarınızı atarsınız; yürüyüşler ya hızlıdır ya da yavaştır. Ama gideceğiniz yolu bildikten sonra geride kalanlar çok da mühim değildir. Birde yolların bitiminde tekrar başa döneceğiniz belleğinizde oluştuysa bu gidişlerin çok da bir önemi olmadan geçer gidersiniz.
Yolun sonunu bilmeden sadece adım atmakla mükellef olduğum canım şehrim İstanbul’dan üniversite hayatını yaşamak için bir başka şehre gidiyorum.
Yolda yeni göreceğim gözlerin pırıltısı ışıldarken, yeni ufuklara, hayallere ortak olma duygusu da heyecanlandırır oldu beni. Yolculuk süresince geçilen karanlık, sarp dağların ardından gözümü açıp yol boyunca süzülen tabelaları, yol işaret sinyalizasyonlarını, km’lerin yazılı olduğu levhaları, şehir isimlerini seyre durdum. Her yolun kıyısında köşesinde ‘U’ dönüşünün olduğu levhadaki ‘İSTANBUL’ yazısı bir duş etkisi yaratırcasına birden beynimde şimşeklerin çakmasına neden oldu. Yol ilerledikçe ben tabelalardan, İstanbul’dan, geride bıraktıklarımdan ayrılıyor, araya mesafeleri koyuyordum. İçimdeki hüzün, burukluğa, ayrılığa dönüşüyor ve gözümü kapatarak şehrimi hissetmeye koyuluyorum…
Bu şehir yaşıyor bir ağzı var, bir burnu var, bir dili var konuşuyor her zaman sizinle diyalog halinde… Metroda okuduğum kitabın üzerine bir güneş pırıltısı yerleşiyor, birden semaya bakıyorum. Olabildiğinden de fazla bir parlaklık ile bulutların arasından göz kırpıyor bana. Tramvay boyunca bana eşlik ediyor pırıltıları. Bu güneş beni  yakıp geçmiyor, kalbimi gönlümü rahatlatırcasına bir huzur ve mutluluk yayıyor. Yol boyunca göz kırpan şehrime selam ederek metrodan iniyorum. İnsanlar  yığın yığın kalabalığın içinden geçerek metrobüs durağına yaklaşıyor ve bir an bile şehitlikten geçtiklerinin farkına varmadan hızlı adımlarla sıyrılıyorlar. Günlük zamanın akışına göre herkes bir tarafa dağılıp kayboluyor. Belleğimi biraz daha kurcalıyorum.
Şimdi bir kış mevsimi belleğime yerleşiyor, kar öyle güzel yağıyor ki sanki İstanbul gökyüzünden avuçlarını açıyor benim başımdan aşağıya taneleri bir bir serpiştiriyor. Düştükleri yerde su damlacığına dönüşüyorlar. İşten evine aceleyle giden insanlar hızlı hızlı adımlarıyla ezip geçiyorlar o taneleri, arabaların lastiklerine takılarak yolda eriyorlar, tramvayın demirlerine tane tane düşüp eriyip su kütlesi oluyorlar… İşte ben tüm bu koşuşturmanın içinde başımı göğe doğru kaldırırım, yüzüme düşer her bir kar tanesi ve eriyerek suretimden akar geçer. Sanki şehrim beni arındırmak ister, tüm sesten, gürültüden, huzursuzluktan, mutsuzluktan... Yaşadığımı bir kez daha hissettirir bana; her  doğan güneş,her yağan yağmur ,her kar ile, yeniden yeniden…
Bir Pazar sabahıdır herkes mışıl mışıl uyurken İstanbul’da uyur ;Arabasız yollar, insansız sokaklar, kedilerin ve kuşların sesleri yankılanır. Bir önceki gece çok yorulmuştur dinleneceği tek zaman dilimi Pazar sabahıdır. Üzerindeki yorgunluktan  kalkmak istemez, biraz gri tonlarını gökyüzünde barındırır, dinlenmek onun da hakkıdır.O zamanlarda en çok benim içimi kaplıyor huzur. Uyu güzel İstanbul dinlen,tüm güzellikleri,enerjini,umudunu,hayalini,ufkunu dinlendir. Bir iki saat sonra başlayacaktır hengâmeler sen biraz daha uyu uyu…
Derken öğlene doğru yaklaştığımız zaman dilimlerine giriyoruz. Taksiciler hızlanıyor, İETT otobüsleri duraklarda görünmeye başladı, çocuklar kahvaltısını yapıp parklara attılar kendilerini, Eminönü’nde, yine bir alışveriş telaşı ,Mahmutpaşa’da, müşterileri dükkana çekmek için bağıran esnaflar,vapurların iskeleden ayrılırken çıkardıkları sesler, Karaköy’de, balık tezgahlarından akan suların sesi,Beşiktaş sahiline vuran dalgaların sesi, Balat’ta, otobüslerin birbirleri ile  yarış içinde, hızlı sürdükleri araçların lastik sesi, şehitlik durağından metro hattı üzerinden karşıdan karşıya geçen insanlara, makinistin çaldığı uyarı ikazının sesi,otobüslerin içindeki -bulunduğu durağın adını söyleyen- biyonik kadının sesi,Topkapı Sarayının önünde bekleşen turist kafilesinden yayılan ses tınıları, Yenikapı’dan kalkan deniz otobüsü seslerinin martılara karışarak yayılması, İmç çarşısında, açılan kepenklerin sesleri, Unkapanı’nda, alt geçiş durağına yaklaşan araçların sesleri,derken artık şehrim uyanmıştır,hayat devam ediyor ve her sabah kendini tekrar ederek yeniden yeniden… Güneşin doğduğu  ve battığı zaman dilimleri içinde şehrim yaşıyor nefes alıp veriyor ve bu seslere güzelliklere ortak olmam için beni de seni de davet ediyor…
Haliç’ten bakıyorum Sütlüce’deki evlerin ışıklarına her birinde bir hikâye, bin bir olay açsanız pencereleri hem de gönül pencerelerinizi gökyüzüne daha bir anlamlı baksanız yaşayan şehir her gece biz uyurken bizim  ruhlarımızı en tepede tutuyor. Hepimiz farklı tellerden çalsak da, ufuklar, umutlar, gayeler, görüşler, hikâyeler, dilekler ayrı olsa da İstanbul en tepeden ruhlarımızı sabitleştirir; aşkı, sevgiyi, anlayışı, sabrı, umudu, hayalleri, güneşi her sabah eşit olarak kalbimize, üstümüze, evimize, işlerimize doğru serpiştirir…
Şimdi ise bu seslerden, güneşin ışığından, kalabalığın içinden sıyrılıp, uzaklardan yazıyorum. Ama biliyorum ki en sonunda yolun sonu İstanbul’da tecelli bulacaktır. Sonbaharın en grisini şehrimde bıraktım ve bir bahar geleceğim, o zaman ağaçlarında açan çiçekleri ile pırıldayan güneşiyle ansızın açılan yolları ile  ‘Hoş geldin’ diye kulağıma fısıldayacağını şimdiden hayal ediyorum. O anın hasretiyle, umuduyla, baharlarıyla beklerim. Güzel şehrim… Canım ’ İSTANBUL’UM’…

Yorumlar

  1. üst kısımdaki yazım ile İstanbulu anlatmaya çalıştım.İyi okumalar..

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim.Sevdayı kalemim ile yansıttım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim. Evet yazdığım gibidir istanbul. Sevda'dır... Hemde ne sevda? Kara sevda. icten içe yanarsın da ne en yakının görür , ne de uzağın...öyle bir yanarsın ki; mum gibi... Erir gidersin. Evet mum yandıkça yanar. yandıkca etrafına ışık verir. Sevgiyi, aşkı hasılı yaşamayı öğretir. Yaşamak yanmaktır. İstanbul yanmaktır vesselam.
      Sizi tebrik ediyorum. Sevdamı kelimelere döktüğünüz içün. Sevdanın menbaı olan Hak sevgisi ile ve baki muhabbetle kalın...

      Sil
  3. Hepimiz farklı tellerden çalsak da, ufuklar, umutlar, gayeler, görüşler, hikâyeler, dilekler ayrı olsa da İstanbul en tepeden ruhlarımızı sabitleştirir; aşkı, sevgiyi, anlayışı, sabrı, umudu, hayalleri, güneşi her sabah eşit olarak kalbimize, üstümüze, evimize, işlerimize doğru serpiştirir…
    Ben bu yazıyı çalarım :))
    Elinde kaleminde şevk, kalbinde güzellik , aşk olmayandan dökülmez bu cümleler... Kaleminize elinize gönlünüze sağlık.

    YanıtlaSil
  4. yazının sonunda alıntıdır derseniz tabi ki alabilirsiniz.
    'Elinde kaleminde şevk, kalbinde güzellik , aşk olmayandan dökülmez bu cümleler... Kaleminize elinize gönlünüze sağlık.'
    ayrıca üst kısımdaki yorumlarınız içinde teşekkür ederim....

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ten rengine göre şal ve eşarp seçimi nasıl olmalı?

Pembe ve tonları….

Barok sanatının dokunuşu ( Aysha Şubat sayısında yer alan yazım)