Bir kelebeğin ömrü kadar kısa hayat…
Bir kelebeğin
ömrü kadar kısa hayat…
Her gün renk renk çiçeklere
konarım, bin bir çeşittir. Her biri üzerinde süzülürüm, günün sıcaklığıyla
denizin parlayan mavisi eşliğinde başlarım günüme, en tepede parlayan güneş
ışığı hiç eksilmez, günümü aydınlatır, renklerimin ortaya çıkmasını sağlar,
bana hayat verir, kısacık ömrü olan bir ‘Kelebek’ olsam bile güne hep böle başlarım Akdeniz kıyılarında…
Rengimi her vakit konduğum
portakal ağaçlarından aldım, güneş ise hep tepemde benim parlamamı sağlar, ovalarda,
dağlarda, yollarda, tepelerde, engebeli arazilerde süzülürüm. Bazen konarım bir
çocuğun başına, bazen bir köşede izlerim insanları, meyve bahçelerinden
üzümlerin içine dalıp, en uça kadar uçabildiğim kadar uçarım, bazen rüzgar ile
yarış yaparım, estiği portakal ağaçların yapraklarında, denizin uğultusunda
bütün olur yaşarım… Huzuru koklamak için rüzgar ile dalıp Akdeniz’de süzülen
garip bir Kelebekken birden bu yaşamın benden yavaş yavaş alınacağını ve sona
doğru son çırpınışlarımın olacağını düşündüm. Ve bir karar verdim; Akdeniz’in bu güzelliğinin
diğer ötesini keşfetmeliydim. Farklı dillerde konuşan insanlar, farklı evler,
farklı ufukları hayalleri olan insanları keşfetmeliydim. Orda ki rüzgarda beni
alıp uzaklara savurur muydu? Bana huzuru
mutluğu verir miydi? Kısacık ömrümde
bunları anlamam gerekliydi. Kısacık bu ömrüme sığdırmalıydım hayatı, belki son çırpınışlarım
bu şekilde olacaktı.
Adana’nın, Antalya’nın, Mersin’in
güzel bahçelerinden süzülerek, dağlarları aşarak, portakal ağaçlarının
yapraklarından geçerek; insanların telaşlarını, yaşam mücadelelerini görerek, sıcağa
aldırmadan yaşamdan bir gün daha geçer. Sıcak şehrin sıcak insanlarıdır
Akdenizliler. Sıcağın tepeye vurduğu en güneşli bir vakitte dahi mutlu olan, eğlenen
bir köşede kurulan lezzetli yemeklerin olduğu sofrada muhabbetleri, mutlulukları,
tebessümleri eşliğinde gözlerinin içlerine bakarak geçiyorum. Toprağa atılan pamuk
tohumlarına bir elveda dercesine kanatlarımı çırpıp semaya doğru yol alıyorum. Akşama
doğru güneşin batışıyla sarıyı kırmızının içine koyu verip yavaş yavaş içinde
erimesini görerek aydınlığını kızıla bırakıyorum. Bir sonraki devresinde
kızıllık gittikçe karanlığa yol alıyor. Akdeniz bu günde gözlerini kapatıyor
usulca biraz yorgun biraz sessizce yol alıyor geceye doğru…
Denizin içinde günlerdir ağaları
ile dört bir tarafa yayılan balıkçılara eşlik ediyorum, en büyük balıkları
tutma yarışı içindeler, belki bir restoranda en lezzetli yemek olacak, belki de
evine götüreceği güzel sofralarının hayaline dalarak ağlarını çekiyor, yüzünde
tebessüm ellerinde nasır, hayalini kurduğu çocuklarını ve eşini özler…
Biraz daha ötelere kanat
çırpıyorum, portakal ağaçlarında bembeyaz giysisi ile sepete sırasıyla portakalları dizen güzel
kız görüyorum. Çok ötede küçük bir
çocuğa sesleniyor, oyuncaklarının içinden başını kaldırarak bakıyor, konuştukları
dil farklı ama tebessümü ve ona doğru koşusu diğer çocuklar ile aynı, annesine
sarılıp eve doğru gidiyorlar, geride kalan oyuncakları, esen meltem rüzgarıyla
hareketlenen yapraklar, etrafa yayılan güzel bir koku kalıyor, uzaklaşıyorum
oradan biraz daha ötede üzüm bağlarının içinde kız çocukları görüyorum. Hepsi
bir yöne doğru yönelmiş yapraklarının içlerine dalan elleri ile üzümleri topluyorlar. Bir küçük kız adı Angelina belki istemeyerek orada ama somurtması
yapraklara yada meyvelere değil… Hayata
karşı küçük yaşta annesiz ve babasız kalmış, küçük bir kardeşi ile birlikte ve
ona bakmak zorunda. Belki okuması gerekirken kardeşi için kendinden vazgeçen
küçük ama yüreği büyük bir kız çocuğu yüzünde yılların verdiği yorgunluk
yaşından önce büyümüş olmanın acısı yatıyor. Rüzgar ne kadar çok esse de onun
suretinden sıyrılıp onu güldürmüyor, acaba biliyor mu onun gibi kaç çocuk bu
şekilde yaşıyor? Kaç çocuk annesini sıcaklığı ile eteklerinde uyuyor? Bunları
düşünüp gökyüzüne bakıyor. Güneş yine en tepede ona göz kırpıyor. İsmini
bilmediği gözlerinin görmediği, aynı dilli konuşmasa da aynı sıkıntıları, aynı
hayata ortak olduğu bir Ayşe’den haberdar değildir. Bir imkanı olsa da çıksa
kabından dışarı, diğer insanları görse hayatlarına ortak olsa, görmediği
gözleri görse, bunların içinde dalıp giderken ‘Angelina’ diye ona seslendiklerini duyup, bütün hayali bir yapboz parçası gibi dağılıverir…
Biraz süzüp şehrin içine
giriyorum, kalabalıktan yığın yığın insanlar geçiyor, bir ağacın altında elinde
gazetesi ile günü okumaya çalışan bir genç; kravatını çıkartmış, oturduğu
yerden hiç kalkmak istemezcesine yerleşmiştir. Bir yandan zamanı okumaya
çalışıp günden dakikalarını düşüyor, bir yandan da karşısındaki heybetli denize bakmakta, ‘karşı
kıyıda ne var acaba? ’diye düşünmekte . David bütün sıkıcı gördüğü istemediği
iş hayatından sıyrılıp denizin diğer ötesini merak ediyor, orda ki insanlar ile
aynı dili konuşmasa da onların hayatlarını ve neler ile uğraştıklarını bilmek
istiyor. Yeni keşiflere yol almak istiyor, üzerine giydiği takım elbiseden
çıkıp bir seyahat çantası ile yola koyulup uçsuz bucaksız denizin ötesin de
olmak istiyor. Aynı gökyüzüne bakıyorlar
ama farklı bir yaşam, farklı diller, farklı kültürler bunlarını hepsini bir
arada ilerlemesini sağlayan büyük bir gücün keşfine dalıp gidiyor. Birden telefonun
çalması ile hayallerden sıyrılıp, yollaması
gerekli olan acil bir evrak yüzünden işlerine geri dönmesi gerekiyor, bir anlık
hayaline dalması ile yaşama geri dönmesi son buluyor...
Aslında denizlerin birleştirici
özelliği olduğunu düşünüyorum, ufku, hayali, geleceği, umudu birleştiriyor. Yolculuk
boyunca yeni insanları keşfetmiş olmamım verdiğim kararımın ne kadar doğru
olduğunu anlarken bu tespiti de
oluşturdum. Bu yolculuğa çıkamamış insanları görünce daha da üzülüyorum,
ben kısacık ömrüme sıyrılmaya çalıştım akan giden zamana karşı bir şeylere dur diyip,
keşfetmenin mutluluğuna vardım. Ya diğerleri, kimileri birbirine sevdiğini söyleyemeden, kimileri işlerinden fırsat bulamadan , kimileri çaresiz
kalıp hareket edemeden, kimileride korkarak kabından dışarı çıkmadan, zamandan
yol alıp gidiyorlar. Halbuki bir baksanıza semaya gökyüzü bizim, Akdeniz bizim, rüzgarlar bizim,
portakal ağaçları bizim, balıklar bizim, rüzgarlar bizim, ortak noktamız o
kadar çok ki neden bu kadar uzaklık, neden bu bir araya gelemeyiş, neden birbirimizi
keşfedemeyişimiz. Son demlerinde olan bir kelebek olarak sesleniyorum. İnsanlara;
diller farklı olsa da, kültürler çeşitli olsa da, aynı gözler ile bakarız
evrene şimdi tam zamanıyken birbirimizi yeniden keşfedelim, birlik olmanın
mutluluğu yaşayalım.Hayat söyleyemediklerimiz, göremediklerimiz, dokunamadıklarımız
ve hissedemediklerimiz kadar kısadır.Bir
kelebeğin ömrü kadar ...
Şimdi bütün ve bir
olma zamanıdır. Akdeniz’in uçsuz bucaksız mavisi eşliğinde birbirinizi
keşfetmeye davetlisiniz…
Bir kelebeğin ömrü kadar kısayken hayat mavi denizini pufuduk beyaz bulutları seyretmek çok bu zor.
YanıtlaSilbazen zor olur,asıl önemli olanda o zorlukları bertaraf edip izlemektir.
YanıtlaSilo zorlukları geçmek duasıyla.
YanıtlaSil